Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu görüşmelerinin ülkemiz, milletimiz, demokrasimiz ve ekonomimiz için hayırlı olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.
2014 bütçe tasarısının hazırlanmasında emeği geçen Maliye Bakanlığımıza, Plan ve Bütçe Komisyonumuza, tüm bakan, milletvekili arkadaşlarımıza, bürokrat ve teknokratlarımıza şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.
Yaklaşık 11 gün sürecek Genel Kurul müzakerelerinin her boyutuyla yapıcı olmasını, karşılıklı saygı, hoşgörü ve nezaket dairesinde ilerlemesini, ülkemiz için hayırlı neticelere vesile olmasını da gönülden arzu ediyorum.
Konuşmamın hemen başında, bugün açıklanan 2013 yılı 3’üncü çeyrek büyüme rakamlarının ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Türkiye ekonomisi 3’üncü çeyrekte beklentinin üstünde yüzde 4.4 oranında büyüdü. İlk 3 çeyrek ortalaması yüzde 4 oldu. Geriye dönük 4 çeyreğe bakıldığında, Türkiye’nin milli geliri de 822 milyar dolara ulaştı. Dünyada durgunluk devam ederken, büyüme oranları son derece düşük seyrederken, Türkiye ekonomisinin bu kadar yüksek bir büyüme performansı göstermesi hiç kuşkusuz milletimiz adına son derece sevindirici bir gelişme.
Bu neticenin elde edilmesinde emeği olan herkesi, işçi, memur, çiftçi, tüccar, sanayici, ihracatçı, her bir vatandaşımızı gönülden tebrik ediyor, kendilerine teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti hükümetleri olarak bugüne kadar 11 bütçe hazırladık, başarıyla uyguladık ve bugün 12’nci bütçenin görüşmelerini yapıyoruz. Tek parti dönemlerinin ardından demokrasi tarihimizde ilk kez bir siyasi parti, yani AK Parti kesintisiz olarak 11 yıl Hükümet görevini üstlendi ve art arda 12 bütçe hazırladı. Böyle rekor bir süre hizmet etme görevinin milletimiz tarafından AK Parti hükümetlerine tevdi edilmiş olması, hiç kuşkusuz büyük bir onurdur, büyük bir bahtiyarlıktır. Ancak, bunun çok büyük bir sorumluluk anlamına geldiğini de biliyoruz. 11 yıl boyunca bu sorumluluğun gereğini yerine getirmenin gayreti içinde olduk, milletimizin güvenini, teveccühünü boşa çıkarmadık.
11 yıllık süre içinde 3 genel seçim, 2 mahalli seçim ve halk oylaması yapıldı. Bu 7 seçiminde de milletimizin huzuruna çıktık, hesabımızı verdik ve Allah’a hamdolsun milletimizden her seferinde tam not aldık.
Türkiye, çok uzun bir aranın ardından AK Parti hükümetleriyle istikrar ve güven ortamına kavuştu. 11 yıl boyunca tesis edilen bu istikrar ve güven ortamını muhafaza ederken, bu fırsatı azami derecede değerlendirmenin, Türkiye’yi tarihi başarılarla buluşturmanın mücadelesi içinde olduk.
Türkiye, 11 yıllık AK Parti hükümetleri döneminde sadece 2002 yılına göre değil, sadece 2001 ekonomik krizine göre değil, önceki tüm hükümetlere nazaran çok başarılı bir performans sergilemiş, yapılanlara kat kat fazlasını eklemiş, Türkiye’yi ilklerle, rekorlarla tanıştırmıştır.
Geride bıraktığımız 11 yılın hem bize, yani Türkiye’ye, hem dünyaya verdiği çok anlamlı, çok değerli bir mesaj var; zemin sağlamsa, huzur varsa, istikrar varsa, güven ve güvenlik varsa, o zemin üzerinde ekonominin de istikrarla büyüdüğünü, refahın arttığını millet olarak hep birlikte müşahede ve tecrübe ettik.
Aslında biz bunu geçmişte 2 kez daha yaşadık. Merhum Menderes’in Başbakanlığı döneminde 10 yıllık güven istikrar zeminde Türkiye ekonomisi de istikrarla büyümüş, refah artmış, ülke güç kazanmıştı. Ardından 1983-89 arasında merhum Özal döneminde sağlanan güven ve istikrar zeminde yine Türkiye büyük atılımlar gerçekleştirmişti.
Tek parti dönemlerinde, koalisyon dönemlerinde, darbe süreçlerinde, siyasi istikrarsızlık dönemlerinde Türkiye ekonomisi kan kaybetmiş, güç kaybetmiş, Türkiye çok ağır bedeller ödemişti.
Geçmişte yaşanan, bugün de AK Parti hükümetleri döneminde 11 yıldır süren tecrübe gösteriyor ki, Türkiye sağlam bir zemine sahip olduğu müddetçe büyümeye, kalkınmaya, ilerlemeye devam edecektir. Demokrasi kurallarıyla işledikçe, milli iradeye tüm süreçlere egemen oldukça, Türkiye önüne koyduğu her hedefe kolaylıkla ulaşacak, hedeflerini aşacak ve aynı şekilde büyümeyi sürdürecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, bu salon içinde her birimiz milleti, yani milli iradeyi temsil etmek gayesiyle bulunuyoruz. Bizim buradaki varlık sebebimiz, milli iradenin tecellisidir. Bu salon içinde çoğunluk da, azınlık da milli iradenin eseridir. İktidar partisine mensup milletvekilleri de, muhalefetin vekilleri de milli iradenin gereği olarak buradadır. Milli iradeyi korumak ve güçlendirmek, altını çizerek ifade ediyorum, sadece iktidar partisi vekillerinin değil, bu salondaki her vekilin birinci vazifesidir.
Türkiye’nin her meselesinin müzakere edilmesi, istişare edilmesi, çözülmesi gereken zemin işte burasıdır. Türkiye’nin her meselesinde hem muhatap, hem de çözüm aracı bu salondaki vekiller ve onların arasından teşekkül etmiş hükümettir. Bu salonun dışında, bu salondaki vekillerin dışında hiç kimse, hiçbir kurum, Allah’tan başka hiçbir güç bu ülkeye ve bu millete istikamet veremez.
Hiçbir vekil, hiçbir siyasi, parti milli iradeyi hedef alan, milli iradeyi, Meclis iradesini zayıflatan çalışan saldırılar karşısında kayıtsız kalamaz.
Bakın, geçmişte maalesef bu salonun içinde kimi vekiller, kimi siyasi partiler milli iradeye ve Meclise yönelik saldırılara karşı dik durmamış, hatta zemin hazırlamış, hatta bu saldırıları alkışlamış, onaylamıştır. Milli irade ve Meclis iradesini yok sayan bir vekil ya da siyasi parti, en başta kendisini inkar etmiş olur.
Şu noktanın da altını özellikle çiziyorum: Milli iradeye yönelik tehdit sadece düşmanlardan gelmez, milli iradeye yönelik tehdit sadece silahlı güçlerden gelmez. Terör milli iradeye yönelik tehdittir, şiddet içeren eylemler milli iradeye yönelik tehdittir. Sermaye eğer kendisini Meclis iradesinin üzerinde vehmediyorsa, bu da milli iradeye tehdittir. Medya kendisini Meclis iradesinin üzerinde görüyorsa, bu da milli iradeye tehdittir. Birtakım çeteler, birtakım karanlık örgütler, mafya yapılanmaları milli iradeye doğrudan doğruya tehdittir. İşte bu bütün bu tehditlere karşı durması gereken sadece iktidar partisinin vekilleri değil, tüm vekiller, tüm siyasi partilerdir.
Milli iradesine, milletin tercihlerine yönelik her saldırı sadece iktidar partisini değil, Meclisin tamamını hedef alır.
Eğer bir siyasi parti teröre karşı net tavır sergilemiyor, terörle arasına mesafe koymuyor, terörü açık şekilde kınamıyorsa, milli iradeyi, siyaseti, en önemlisi kendisini inkar ediyor demektir.
Eğer bir siyasi parti şiddet içeren sokak eylemlerini aleni destekliyorsa, oradan medet umuyorsa, hatta kendi vekilleri polise taş atıyor, hakaret ediyorsa, o siyasi parti Meclisin, milli iradenin, siyasetin saygınlığını önemsemiyor demektir.
Eğer kimi sermaye çevreleri, kimi medya kuruluşları çirkin ittifaklar eşliğinde Meclisi ve milli iradeyi hedef alıyor, muhalefet ve iktidar bu saldırılara karşı ortak tepki koymuyorsa, milli irade yara alıyor demektir.
Vekillerin siyasi partilerin güçlerini aldıkları yer sadece ve sadece millettir.
Vekillerin ve siyasi partilerin hesap verecekleri yegane makam milletin ta kendisidir.
Milletten değil de, terörden, şiddet içeren sokak eylemlerinden, sermaye ve medyadan güç devşirmeye çalışanlar meşruiyetlerini kaybeder, millet ve tarih nezdinde mahcubiyet yaşarlar. Yakın tarihimiz bunun çok sayıda örneğine şahitlik etti. Sandık, hiçbir hatayı hesapsız bırakmadı.
Elbette sivil toplum, medya, sokağın sesi demokrasilerde önemlidir. Ancak, eline silah alan ya da elindeki gücü silah gibi kullananlar, demokrasiye fayda sağlamaz, zarar verirler.
Mademki bu ülke 23 Nisan 1920’de milli iradenin hakimiyeti üzerine bina edilmiştir, öyleyse milli iradenin dışında fani hiçbir güç tanınamaz.
Hükümet olarak 11 yıl boyunca milli iradenin tam anlamıyla tecelli etmesi, güç kazanması, bütün süreçlere hakim olması için çok samimi bir mücadele verdik. Her meselede hakem millet oldu, her meselede yegane karar verici millet oldu. Milletimize inandık, güvendik, milletimizin her meselede en iyi karar vereceğine itimat ettik ve her zaman milletimizle hareket ettik.
Türkiye, tıpkı 23 Nisan 1920’de olduğu gibi, askeri ve sivil tüm mercilerin üzerinde olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesiyle yoluna devam edecektir. Demokrasimiz ancak bu şekilde ileri standartlara ulaşabilir, ekonomi ancak bu şekilde büyüyebilir. Türkiye’de sosyal barış, huzur, kardeşlik ancak bu şekilde tesis edilebilir.
Siyaset için milletin desteği yeterlidir. Siyasetin başka bir hiç desteğe ihtiyacı yoktur. Meclis içinde de, dışında da artık herkes, herkesim bunu anlamalı ve kabullenmelidir.
Türkiye’ye terör, şiddet eylemleri, sermaye, medya, çeteler değil, yalnızca millet istikamet çizer.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terörün yaklaşık 30 yıldır Türkiye’de siyasete nasıl etki etmeye çalıştığını hepimiz gördük ve yaşadık.
Şunu kabul etmeliyiz ki; terörün siyaset üzerindeki etkisi sadece terörden değil, bundan yarar sağlamaya çalışan siyasetçilerden de kaynaklanmıştır. Siyaset kurumu kimi zaman terörün siyaseti belirleme etkisine göz yumuş ve Türkiye bunun ağır bedellerini ödemiştir. Terörün gölgesinde siyaset yapmak, terör saldırılarını hükümetler aleyhine kullanmak, şehit cenazelerini istismar etmek, zaman zaman terörü siyaset üzerinde güçlü bir etki haline getirmiştir. Terör saldırıları karşısında hükümetler zora düştüğünde, bu ülkede muhalefetin ellerini ovuşturduğu görülmüştür.
Öte yandan, meselenin çözümü için 30 yıl boyunca ortak bir irade oluşturulmamıştır. Geçmişte hükümetler terör karşısında risk almaktan kaçınır hale gelmiş, cesaretle meselenin üzerine gidememiştir. Biz 11 yıl boyunca bu riskten hiçbir zaman kaçınmadık. Milli irade üzerinde, ekonomi üzerinde, demokrasi, sosyal barış ve kardeşlik üzerinde bir tehdit teşkil eden terör karşısında cesur ve kararlı bir duruş sergiledik. Meseleyi sadece güvenlik boyutuyla değil, ekonomik, sosyal, diplomatik boyutuyla ele aldık.
Geldiğimiz noktada Türkiye, birliğinden ve kardeşliğinden hiçbir taviz vermeden terörsüz bir ortam inşa etmeyi başarmıştır. Bunun belli çevrelerde çok ciddi rahatsızlık oluşturduğunu görüyoruz, terörün yeniden canlanması ve can alması için çok ciddi gayretlerin olduğunu görüyoruz. 1 yıldır devam eden huzur sürecini sabote etmek için özellikle bugünlerde tahriklerin devreye sokulduğunu çok iyi görüyor ve biliyoruz.
Çok ilginçtir, terör 30 yıldır hemen her seçim öncesinde seçimleri etkilemek üzere ihale almıştır. 30 Mart seçimleri öncesinde terörü canlandırmak için ortaya konulan tahriklerin de böyle bir gayeye matuf olduğunu çok iyi anlıyoruz.
Buradan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve aziz milletimize açık açık ilan ediyorum; son günlerde sahnelenmek istenen tahrikler doğrudan doğruya milli iradeye yöneliktir, huzura yöneliktir, barışa yöneliktir, en önemlisi de seçim sürecini etkilemeye yöneliktir. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve millet bu saldırılar karşısında tek yürek olduğu takdirde bu tahrikler asla başarıya ulaşamayacaktır.
Aziz milletimizi sağduyulu olmaya, dikkatli olmaya davet ediyorum. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızın 1 yıldır devam eden huzur iklimini sabote etmeye yönelik bu kışkırtmalara uyanık olmalarını rica ediyorum.
Bakınız, şu son 1 yıl içinde Türkiye gelinde olduğu gibi, Doğu ve Güneydoğu illerimizde de çok farklı bir atmosfer oluştu, bölgede ticaret canlandı, turizm canlandı, bölgede yatırımlar hız kazandı, insanlar köylerine dönmeye, mezralarına çıkmaya, yıllardır gidemedikleri dağlara, yaylara gitmeye başladı. Askerimiz, polisimiz düğünlerde vatandaşın sevincine, cenazelerde acısına eşitlik etmeye başladı. Bölgeye yatırımcılar gelmeye, bölgeye Türkiye’nin her tarafından turistler, ziyaretçiler gelmeye, bölgeyle tanışmaya, kucaklaşmaya başladı.
Bugün bunların ötesinde, 1 yıldır anneler, babalar oğullarının şahadet haberini, ölüm haberini almadı.
Vatanından ayrı kalan, önce devlet, ardından terör korkusuyla vatan hasretiyle yanıp tutuşan sanatçılar ağlama diyerek insanların umutlanmasına vesile oldular. Bu umudu kırmaya, bu heyecanı köreltmeye, kara kışa rağmen bölgede ve Türkiye’de yaşanan bahar havasını tehdit etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu bahar havasına kastedenler tarih önünde hesap veremezler. Bu bahar havasının tehdit edilmesi karşısında susanlar, ellerini ovuşturanlar, sevinenler, tarih ve millet karşısında hesap veremezler.
Bugün Hükümet kaybetsin, iktidar partisi kaybetsin diyerek terörün yeniden can almasına göz yumanlar, sessiz kalanlar vicdanlarıyla yüzleşemez, aynada yüzlerine bakamazlar.
Burada açık açık bir kez daha söylüyorum; yeter ki bir damla kan akmasın, yeter ki annelerin bir damla gözyaşı toprağa düşmesin, yeter ki millet kazansın, Türkiye kazansın, biz kaybetmeye razıyız.
Millet bizden bu meseleyi çözmemizi istiyor. Hiçbir taviz vermeyeceğiz, milletin başını öne eğdirecek hiçbir adım atmayacağız. Ama burada anayasaya uygun hareket edeceğine dair yemin edip, ondan sonra biz bu anayasayı tanımıyoruz demenin anlaşır hiçbir yanı yok.
Şehitlerimizin ruhlarını incitecek hiçbir girişimin içinde olmayacağız.
Bizim 2001 yılında Afyonkarahisar’dan yola çıktığımızda 4 tane kırmızı çizgimizi açıkladık; tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik, biz yola böyle çıktık.
Ve millet anlayışımız Türkiye’deki tüm etnik unsurları kapsar, hepsini kucaklarız. Millet tanımı zaten budur.
İki; tek bayrak dedik. Bayrağımızın rengi, kıskananlar varsa öğrensin, şehidimizin kanıdır, hilal bağımsızlığımızın ifadesidir, yıldız o da şehidimizin sembolüdür.
Biz tek bir ırka hizmet etmiyoruz. Biz, Türk’üyle, Kürt’üyle Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abhaza’sıyla, Roman’ıyla, Pomak’ıyla, Türkiye’de kim varsa insan olarak hepsine hizmet ediyoruz, bizim aşkımız bu. Çünkü biz yaratılanı Yaradan ötürü seviyoruz. 780 bin kilometrekarenin tamamı bizim vatan toprağımızdır ve bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır, bu anlayışla biz çalışıyoruz.
Dördüncüsü de; tek devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bunun dışında başka bir şey tanımıyoruz.
Ve değerli arkadaşlarım, eski Türkiye yasakların olduğu, yolsuzluğun olduğu, yoksulluğun çığ gibi büyüdüğü bir Türkiye’ydi.
Eski Türkiye, milletin sesine, feryadına, çığlığına kulak tıkayan bir Türkiye’ydi. Eski Türkiye, umutlarını yitirmiş, özgüvenini kaybetmiş, gözlerinin adeta feri sönmüş bir Türkiye’ydi. En önemlisi de, eski Türkiye kuruluştaki ruhtan, felsefeden, inançtan, o heyecan ve birliktelikten hızla uzaklaşan bir Türkiye’ydi. Bu topraklar üzerinde dedelerimiz de, babalarımız da, bizler de gerçekten büyük acılar yaşadık, büyük hüzünlere şahitlik ettik. Ne bu güzel ülke, ne de bu aziz millet yaşananları hiç hak etmedi. Ölümler, korkular, diz boyu yoksulluk, çaresizlik, umutsuzluk hiç de hak ettiğimiz, hiç de layık olduğumuz bir hayat tarzı değildi. Yine de milletçe hayata tutunduk. Dün karanlık olsa da, yarının aydınlık olacağına milletçe yürekten inandık.
Şu son 11 yıl ülkemizin tarihinde ve talihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. İnanıyorum ki millet on yıllar, yüzyıllar boyunca bu 11 yılı hiç unutmayacaktır. Şu geride bıraktığımız 11 yıl, aslında sadece bir başlangıçtır.
Değerli arkadaşlar, 3,5 yıl iktidarda kalıp 5 yılı tamamlayamayan, ondan sonra kaçıp giden bir iktidar olarak ne söyleyeyim ben, söyleyeceğim hiçbir şey yok. Milletin verdiği yetki 5 yıl, tamamlayamıyorsunuz 3,5 yılda bırakıp gidiyorsunuz. Ve durum ortada, çok açık net, 11 yıl ardı arkasına milletin görevlendirdiği bir iktidar var. Şu anda Meclis’te konuşuyoruz, bak bizler konuştuk, keşke siz de konuşsaydınız. Arkadaşlarım konuştu, şimdi de ben konuşuyorum. Dinlemek, bu Parlamento’nun çatısı altına yakışır, dinletmek de yakışır. Lütfen bunu dinleyelim.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıldönümünü kutlayacağımız 2023, hiç kuşkusuz bugünden farklı olacaktır. Özüyle, ruhuyla buluşmuş, kökleriyle barışmış, kardeşlik ve dayanışma içindeki yeni Türkiye, 21. yüzyılı inşa etmeye devam edecek, 21. yüzyılı bir Türkiye yüzyılı yapacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye 11 yılda demokratikleşme konusunda çok ama çok önemli bir mesafe kaydetti. Bugün 18-22 yaşlarındaki gençlerin Türkiye’nin 11 yıl öncesi ve bugünü arasında kıyas yapmakta zorlanacaklarını biliyoruz. Onlar 11 yıl önce çocuktular ve Türkiye’nin nereden nereye geldiğini çok iyi değerlendiremeyebilirler. Ancak gençlerimiz bir yana belli bir yaşın üstündeki pek çok kişinin de eski Türkiye ile yeni Türkiye arasındaki kıyas yapmakta zorlandıklarını, açıkçası eski Türkiye’yi çok çabuk unuttuklarını görüyoruz. Bugünden geçmişe bakarken hadiseleri vicdan terazisinde tartmayanlar, hakkaniyeti unutanlar, ahde vefasızlık yapanlar hiç kuşkusuz nisyan içinde değiller, fakat açık şekilde nankörlük içindedirler.
Değerli arkadaşlarım; hiç kuşkusuz ideal noktada değiliz, ama dünle kıyaslanmayacak bir konumdayız. Bugün bizi özgürce eleştirebilenler daha birkaç yıl öncesine kadar belli kurumlara, belli çevrelere tek bir söz söyleyemiyordu. Bu nasıl bir baskıcı ortam ki dün yazamadıklarınızı bugün dilediğiniz gibi yazıyor, dün atamadığınız manşetleri bugün istediğiniz gibi atıyor, şimdiye kadar söyleyemediklerinizi bugün rahatça ifade edebiliyorsunuz. Polisimize taş atarak, hakaret ederek özgürlük taşkınlığı yaşayanların özgürlüğü yok söylemleri samimiyetsizlikten başka bir şey değildir.
Şurada 3,5 ay sonra milletimiz sandığa gidecek, hür iradesiyle oy kullanacak. 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı için, 2015 yılında milletvekili seçimi için sandık bir kez daha merak etmeyin önümüze gelecek. Söylediklerine inanan varsa buyursun bunu sandıkta teyit etsin, hiç telaşa gerek yok, bağırıp çağırmaya gerek yok, orada, hesap orada.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, size burada bir örnek vereceğim. 11 yıl önce bir kadının bırakın kamuda başörtüsüyle çalışması, okuması bile imkan, ihtimal dışıydı. Bu ülke şehit annelerinin başörtüleriyle orduevlerine giremediği günlere şahit oldu. 1999 yılında bir kadın milletvekili başörtülü olduğu için işte bu salonda linçe uğradı. 14 yıl sonra bugün kızlarımız üniversitelerde başörtüleriyle okuyabiliyor, artık kadınlar kamuda başörtüleriyle çalışabiliyor, kadın milletvekilleri bu salon içinde özgürce başlarını örtebiliyorlar. Allah’a hamd olsun Türkiye normalleşiyor. Adalet güç kazanıyor. 14 yıl önce bu salondaki ve bu salonun dışındaki linç girişimleri karşısında dik duramayanların, bugün tesis ettiğimiz özgürlük ikliminde geçmişi hoyratça eleştirmelerini de milletimin vicdanına ve takdirine havale ediyorum. Demokrasiden ve özgürlüklerden korkmadığımız için, Türkiye’yi yasaklardan kurtardık, zincirlerinden, prangalarından kurtardık bugünlere taşıdık. Korkmadan, çekinmeden geleceğe yürümeye devam edeceğiz.
Türkiye büyük bir devlettir. Milletiyle, tarihiyle ve ecdadıyla çok büyük bir devlettir. Türkiye, özgürlüklerden korkacak kadar küçük bir devlet değildir. Türkiye başörtüsünden, inançlardan, dillerden, türkülerden, şarkılardan, kelime ve kavramlardan korkacak kadar küçük bir ülke değildir. Türkiye, kendi öz vatandaşından korkacak, onu kendisine tehdit olarak görecek kadar küçük bir devlet hiç değildir. Türkiye, 11 yılda demokrasi ve özgürlükle büyüdü, bundan sonra da öyle büyümeye devam edecektir. Her reform, Türkiye’yi daha da büyütecek. Her reform, Türkiye’nin gücüne güç, itibarına itibar katacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 11 yıllık süreçte Türkiye’nin dış ticaret hacmi 4,5 kat artış kaydetti. Bugün burada bazı rakamlar telaffuz ediliyor. Biz hangi rakamdan devraldık Türkiye’yi? 230 milyar dolardan devraldık. Şu anda geldiğimiz rakam, 2012’yi söylüyorum, şu anı söylemiyorum, şu an daha da ilerideyiz, 782 milyar dolara ulaştık; fark bu.
Ben milli geliri konuşuyorum, borcu konuşmuyorum, borca da geleceğim.
Ve 2002 yılında 87 milyar dolar olan dış ticaretimiz, 2012 sonunda 389 milyar dolara ulaştı. İhracatımız 36 milyar dolardan 152,5 milyar dolara ulaştı. Kasım ayında aylık bazda tarihimizin en yüksek ihracat rakamına ulaştık. Dünyadaki, özellikle Avrupa’daki daralmaya rağmen Türkiye’nin ihracatçıları farklı pazarlara yönelmek suretiyle Türkiye’nin ihracat rekorlarını muhafaza etmeye, rekorları tazelemeye devam ettiler.
Bizim ithalatımızın en ağırlıklı kısmı petroldür, doğalgazdır, eğer o da gelmezse sonra donarsınız, donmanızı istemiyorum, onun için devam edeceğiz.
Türkiye’nin müteahhitlik firmaları 1972-2003 arasında 30 yılda 44 milyar dolar tutarında proje üstlenmişlerdir. Bizim dönemimizde, 2003 yılından bugüne kadar üstlenilen proje miktarı ise dikkatinizi çekiyorum 220 milyar dolar oldu. Sadece 2012 yılında, yani 1 yıl içinde üstlenilen miktar 27 milyar dolar. 30 yılda elde edilen miktar, biz şimdi 1 yılda 13-14 ayda bunu elde ediyoruz. 2002 yılına kadar Türkiye’nin toplam 15 milyar dolar uluslararası yatırım çekebilmişken, 11 yıl içinde yaklaşık 150 milyar dolar uluslar arası yatırım çekti ve uluslar arası sermayeli firma sayımız 35 bini aştı. Dış temsilciliklerimizin sayısı 219’a yükselirken, Türkiye’nin yurt dışı insani ve kalkınma yardımları 2,5 milyar doları aştı. 45 milyon dolar göreve geldiğimizde şu anda bizim dünyada vermiş olduğumuz destek 2,5 milyar dolara ulaştı bir yılda.
Türkiye OECD ülkeleri arasında dış yardımlarını en fazla artıran ülkeler arasında yer aldı. Büyükelçiliklerimizin yanı sıra TİKA temsilciliklerimiz, Yunus Emre Enstitüleri, Anadolu Ajansı, TRT, Türk Hava Yolları, Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi kurumlarımızla dünyanın her yerine ulaşmanın gayreti içinde olduk.
Türkiye dış ticarette, müteahhitlik hizmetlerinde, uluslararası doğrudan yatırımlarda başarısını işte bu barışçı, aktif dış politika sayesinde elde etti. Artık kendisini içe kapatan, içerideki yapay sorunlarla enerjisini heba eden bir ülkenin ekonomisi de büyüyemez. Bütün bunların ötesinde tarihin ve ecdadımızın bize yüklediği bir miras ve misyon vardı. Dış politikada işte bu miras ve misyonu gururla taşımanın mücadelesi içinde olduk. Türk bayrağı, Türkiye Cumhuriyeti pasaportu, Türk Lirası artık dünyanın her yerinde çok farklı anlam ifade ediyor, itibar görüyor. Türk bayrağı, Türk Kızılay bayrağı, TİKA amblemi, Türk Hava Yolları, TRT, Anadolu Ajansı logosu artık mazlum ve mağdur halklar nezdinde sıcak, şefkatli, dostça, kardeşçe bir anlam taşıyor.
Değerli arkadaşlarım, Suriye konusunda aynı şekilde haklı ve haklıyı savunduk. Filistin konusunda haklı ve haklıyı savunduk. Mısır’da halkın seçilmiş oyuyla gelmiş bir iktidarın askeri müdahaleyle devrilmesi karşısında susmadık. Meseleyi görmezden gelmedik. Mısır’daki darbeyi hak zaviyesinden eleştirdik, dünyanın dikkatini buraya çektik ve dünyada dik duruşumuzla takdir topladık.
Myanmar’dan Somali’ye, Şili’den Filipinlere kadar imkanlarımız ölçüsünde yoksulların, mağdurların, afetzedelerin yanında olduk ve olmaya devam ediyoruz.
Avrupa Birliği’yle katılım müzakerelerinde 22. faslı müzakereye açtık.
İşte Amerika’daki Kızılderiliye bile su sağlayacak imkana bu iktidar sahip, siz o rakamlara muhtaçtınız muhtaç.
Siz o rakamlara muhtaçtınız. O rakamları bile vermiyordu size dünya, çaldığınız kapılardan alamıyordunuz.
Bizim dönemimizde dış politikaya özellikle nefret, öfke, küsme, darılma değil, stratejik akıl hakim oldu. Geçmişte hata yaptı, geçmişte hasmane duygular içine girdi diye bir devleti, bir halkı topyekun çizmek diplomasinin kurallarına uymadığı gibi büyük devlet refleksiyle de örtüşmez. Bakınız, Somali Cumhurbaşkanı şu ifadeyi kullanıyor: Geçmişte Somali halkı hastalandığında Azrail’i bekliyordu. Şimdi Türk doktorlarını bekliyor. Evet, işte bu samimi ifadeler Türkiye’nin dış politikada ulaştığı noktanın, Türkiye’nin dış politika anlayışının özüdür, özetidir.
Bakınız şu anda biliyorsunuz göreve geldiğimizde Türkiye’nin IMF’e olan borcu 23,5 milyar dolardı. Ve bu 23,5 milyar dolar borcu 14 Mayıs itibariyle sıfırladık ve şimdi biz IMF’e 5 milyar dolar borç verecek noktaya geldik, anlaşma imzalandı. Dikkatinizi çekiyorum…
Çalış sizin de olsun, kıskanmayın, çalışın sizin de olsun. Dikkatinizi çekiyorum, buna küresel finansın nasıl finanse edildiğini göstermesi bakımından önemli.
Merkez Bankası rezervlerimize geliyorum; milli bankamız Merkez Bankası göreve geldiğimizde 27,5 milyar dolar döviz rezervi vardı, çalıştık, gayret ettik, hamd olsun şu anda geldiğimiz nokta 134 milyar 617 milyon dolar; nereden nereye. Ve bu arada 5 Kasım 2012’de Fitch, 27 Mart 2013’te Standard&Poor’s, 16 Mayıs 2013’te Moody’s kredi notumuzu yükseltti. Ve bütün bunlarla birlikte Türkiye’nin dünyadaki finansal krize rağmen nereden nereye geldiğini göstermesi bakımından çok ama çok önemli.
Bakınız yola çıkarken bir şey söyledik; yolsuzluk, yasaklar ve yoksulluk bizim hassasiyetimiz. Uluslararası yolsuzluk algısı endeksinde Türkiye 2002’de 102 ülke arasında 65. sıradaydı. Geçen yıl ülkemiz 174 ülke arasında 54. sırada yer aldı. Bu yıl ise Türkiye uluslararası yolsuzluk algısı endeksinde 177 ülke arasında 53. sırada yer aldı. Yolsuzluk konusunda asla müsamahamız yok ve olamaz. Ancak burada şunu da hatırlatmak durumundayım: Yolsuzluk ne kadar çirkin, ne kadar kul hakkını, yetim hakkını yemekse, delili, belgesi, ispatı olmadan yolsuzluk iddiasında bulunmak da o kadar çirkin, o kadar büyük haksızlıktır ve hakka tecavüzdür.
Geçen yıl bütçe görüşmelerinde burada Kayseri Büyükşehir Belediyemizin halka dağıttığı sucukları hatırlatmıştım. Yapılan mesnetsiz yolsuzluk iddiaları sayesinde Kayseri’de yoksullar sucuk yemeye devam ediyorlar. Onlar da yoksulların arasında şimdi sucuklarını yiyorlar sayenizde. Bu arada bizi yolsuzlukla itham edenlerin kendi belediye başkanları hakkında bir çift söz söylemelerini bekliyoruz. Özellikle de yolsuzlukla itham ettikleri, hatta yolsuzluk klasörlerini bizzat raflardan çıkaranların lütfen bunu şimdi de açıklamalarını bekliyoruz.
Değerli milletvekilleri, özellikle son süreçte 3Y içinde yasaklarla ilgili düşüncelerimi ifade ettim. Yoksulluk konusunda 11 yılda kaydettiğimiz mesafe son derece çarpıcı. 2006 yılından itibaren Türkiye’de günlük harcaması 1 doların altında nüfus kalmadı. Günlük harcaması 2,15 doların altında nüfus 2002 yılında nüfusun yüzde 3’üydü. 2012’de bu oran onbinde 6’ya, yani yüzde 0,06’ya geriledi. 2002’de nüfusun yüzde 30’u günlük 4,3 dolar ve 6 harcama yapıyordu. 2012’de günlük 4,3 harcama yapanların oranı dikkatinizi çekiyorum yüzde 2,27’ye geriledi.
Maaşlar, bir refah göstergesi olarak burada bazı maaşlardaki artışlara dikkatinizi çekiyorum; bakın 2002’den bugüne enflasyondaki kümülatif artış yüzde 160. Yani, ücretlerin 11 yıl içinde yüzde 160’ın üzerinde artması gerekiyor ki enflasyon altında ezilmesin. Peki, ücretler ne kadar artmış? Bugün konuşan arkadaşlarımızdan bir tanesi de öyle diyor, memurların maaşı enflasyonun altında kaldı. Biraz da matematik meselesi, ekonomi meselesi. Ne kadar artmış? Asgari ücret yüzde 336 oranında arttı. Aile yardımı dahil en düşük memur maaşı yüzde 381 arttı. En düşük memur emekli aylığı yüzde 377 arttı. En düşük SSK emekli aylığı yüzde 273 arttı. En düşük BAĞ-KUR, esnaf, emekli aylığı yüzde 423, çiftçi emekli aylığı yüzde 782 arttı. 65 yaş aylığı yüzde 433, muhtar aylığı yüzde 370, engelli aylığı yüzde 488 artmış, korucu aylığı ise 11 yıllık süreçte yüzde 274 arttı. Yani, tüm ücretler toplam enflasyonun üzerinde arttı, enflasyon altında ezilmemiş, geçmişin kayıpları da telafi edilmiştir. Ücretler artarken bu ücretlerin alım güçleri de arttı. 2002’de en düşük memur maaşı 392 lira iken, şimdi 1.887 lira. Yine 2002’de ortalama memur maaşı 578 lira iken, bugün 2.190 lira. Ortalama memur maaşı ile 2002’de 569 kilo ekmek alınırken, şimdi 766 kilo ekmek alınıyor. 265 kilo pirinç alınabilirken, şimdi 472 kilo pirinç alınıyor. 67 kilo dana eti alınabilirken şimdi 86 kilo alınabiliyor. 449 litre süt alınabilirken, şimdi 912 litre süt alınabiliyor.
Geçtiğimiz 11 yıllık dönemde asgari ücretin alım gücüne baktığımızda çok önemli iyileşmeler görüyoruz. 2002 yılında asgari ücretle 132 kilo pirinç alınabilirken, şimdi 239 kilo. 232 litre süt alınabilirken şimdi 437 litre. 168 kilo mercimek alınabilirken şimdi 325 kilo. 204 kilo toz şeker alınabilirken şimdi 321 kilo. 438 metreküp doğalgaz alınabilirken şimdi 964 metreküp doğalgaz alınabiliyor. Sadece bir değişim göstergesi olarak burada asgari ücret çay ve simit hesabını da hatırlatmak isterim. 2002’de asgari ücret 184 liraydı. 5 kişilik bir aile günde üç öğün çay ve simitle geçinse 270 liraya ihtiyaç vardı, yani asgari ücret maalesef çay ve simide yetmiyordu. Bugün bu hesabı yaptığınızda asgari ücret 804 lira. 5 kişilik bir aile üç öğün çay ve simit tüketse ihtiyacı olan miktar 450 lira. 11 yıl önce asgari ücret çay ve simide yetmezken, bugün neredeyse asgari ücretin yarısı buna yetiyor. Anladığınız dilden konuşuyorum.
Geliyorum bazı reform göstergelerine. 2002 yılında Türkiye’deki toplam otomobil sayısı 4 milyon 600 bin adetti. Şu anda iki katı, 9 milyon adet. Bakınız 4 milyon 600 bin adetti, şu anda 9 milyon adet. 11 yılda 4 milyon 525 bin adet otomobil trafiğe çıktı. 2002 yılında 1 yıl içinde 91 bin adet otomobil satılmıştı 2002. 2012 yılında 1 yılda 556 bin adet otomobil satıldı. 11 yıl önce 1 yılda 1 milyon 88 bin adet buzdolabı satılmıştı, 2004’ten itibaren yılda ortalama 2 milyon adet buzdolabı satılıyor. 2012’de bu sayı 2 milyon 317 bin adet. Çamaşır makinesi aynı şekilde; 2002’de 1 yılda 824 bin adet satılmıştı, 2012’de 1 milyon 857 bin adet satıldı.
Bir refah göstergesi olarak hava yollarındaki yolcu sayısını da özellikle ifade etmem lazım. Bakınız Türk Hava Yolları 11 yıllık süreçte çok ciddi bir büyüme kaydetti. 2003 yılında 103 ülkeye uçan Türk Hava Yolları, şu anda 236 noktaya ulaşıyor. Yolcu uçağı sayımız 162’den 383’e çıktı. 10 yılda 10 milyondan fazla vatandaşımız ilk kez uçağa bindi. 2003’te 34,5 milyon kişi olan toplam yolcu sayısı 2012 sonunda 131 milyona ulaştı. Bu yılın sonunda da 152 milyonu aşması bekleniyor. Bu tabii ki refah düzeyini gösteriyor. Daha önce uçağa binmenin hasreti içerisinde olanlar, artık şimdi otobüs mü, uçak mı denince uçağı tercih ediyorlar. Ve hane halkı tasarruf mevduatının çok ciddi oranda artış kaydettiğini burada özellikle hatırlatırım. 2002 yılında Türk Lirası cinsi mevduat hesabı 46 milyar lira iken, şu anda 342 milyar lira. Döviz tasarrufu 2002 yılında 55 milyar dolar iken şu anda 141 milyar dolar. İnsani gelişmişlik endeksinde 187 ülke sıralamasında 2002 yılında Türkiye 98. sıradayken, bugün 8 kademe birden atlayarak 90. sıraya gelmiştir.
İstihdam konusunda da çok farklı şeyler konuşuluyor. İstihdam konusunda artan nüfusa, artan işgücüne rağmen önemli başarı elde ettik. 2002 yılından bugüne kadar 6 milyon 769 bin kişiye iş sağladık. Küresel finans krizi nedeniyle Avrupa ülkelerinde ortalama 6 milyon kişi işsiz kalırken, biz yaklaşık 7 milyon kişi için iş oluşturduk. İşsizlik oranını 2012 sonunda yüzde 9,2’ye kadar gerilettik. İşsizlik sigortası kapsamında 6,5 milyar lira ödeme yaptık. Kayıt dışı istihdam oranını yüzde 52’den yüzde 38’e çektik. Nüfusun yüzde 98,9’u şu anda sosyal güvenlik kapsamında. Bu oran 2002’de yüzde 71’di.
Borçlar, çok merak ediliyor. Türkiye’nin borç konusu maalesef yıllardır istismar ediliyor. Avrupa Birliği tanımlı genel yönetim borç stokunun milli gelire oranı 2002 yılında yüzde 74’tü, yani Türkiye’nin sahip olduğu 100 liranın 74 lirası borçtu. Bu oran şu anda yüzde 36. Kamu net borcu 2010 yılına göre 100 milyar lira azaldı ve 217 milyar lira seviyesine geriledi. 2002 yılında kamunun 76 milyar dolar net döviz cinsi borcu vardı, şu anda kamunun 32,5 milyar dolar net döviz cinsi varlığı var. Bak, varlığı var diyorum varlığı. Dağıttığımız kitapları okursan oradan bunu da öğrenirsin. Yani, eksi 76 milyar dolardan aldık, artı 32,5 milyar dolara ulaştık. Biz görevi devraldığımızda Türkiye yüzde 63 faiz oranıyla borçlanıyordu. 2013 Mayıs ayında faiz oranlarını hatırlayın, çok savunduğunuz Gezi olaylarına kadar 4,67’ye kadar gerileyerek tarihinin en düşük seviyelerini gördü. Ve Gezi olaylarında bir anda yüzde 9’a fırladı.
Şimdi bakın, biz AK Parti hükümetleri olarak 11 yılda toplam sözleşme tutarı 50 milyar 513 milyon dolar olan özelleştirme yaptık, yani yaklaşık 100 milyar liralık özelleştirme yaptık. Bu sözleşme tutarının yaklaşık 80 milyar liralık kısmının aktarımı yapıldı. Geçmiş hükümetlerin cesaret edemediğini, yapamadığını biz yaptık. Ve Türkiye’yi özelleştirmeler yoluyla ağırlıklarından kurtardık. Siz özellikle kamu kurumlarını, kuruluşlarını zarar ettiriyor ve oradan devletin cebinden fakir fukaranın hakkından sübvanse etmek suretiyle ülkeyi geri götürüyordunuz, biz ise özelleştirmelerle ülkeyi ayağa kaldırdık.
Ben burada sadece faiz üzerinden bir hesap yapacağım. Bakın 2002 yılında bütçenin yüzde 45’i faiz ödemelerine gidiyordu. Bu da yaklaşık 52 milyar lira. DSP-MHP-ANAP Hükümeti 3 yılda 120 milyar lira faiz ödemesi yaptı. Şu anda bütçenin yüzde 13’ü faiz ödemelerine gidiyor. Eğer faizler 2002 yılındaki gibi kalsaydı, faizler düşmeseydi, Türkiye iyi yönetilmeseydi. Bizim sadece faizden kaybımız, bu rakama da lütfen dikkat edin, 642 milyar lira olacaktı. Sadece faizi düşürmek suretiyle elde ettiğimiz kazanç, 642 milyar liradır. Özelleştirmeden elde edilen gelir yaklaşık 100 milyar lira. Bu Hükümet geçmişin hatalarını telafi etmiş, geçmişte ödenen ağır faturalara son vermiş, Türkiye’nin birikimine daha fazla birikim katmıştır. Burada faize ilişkin şu noktayı da özellikle vurgulamak istiyorum.
Arkadaşlar, burada böyle sıralara vurmak, bağırmak çağırmak, bunları gidin millete anlatın, milletimiz en büyük hakemdir. Bunları oraya anlattığınız zaman milletimiz ne denli doğru konuştuğunuzu veya yalan konuştuğunuzu görecek, söyleyecek size.
Faizdeki 4,57’den yüzde 9’a çıkış bunun Türkiye’ye maliyeti 18,5 milyar lira oldu. Sadece bu hesap bile Türkiye’de huzurun, istikrarın, güven ortamının önemini ortaya koyuyor. Burada kamu bankalarının nereden nereye geldiğini de özellikle hatırlatmak isterim. Biz göreve geldiğimizde kamu bankalarını içleri boşaltılmış olarak bulduk. Görev zararı diyerek milletin kaynakları, milletin emaneti adeta çar-çur edilmişti. Fona devredilen bankalar nedeniyle devlete, millete yüklenen 111 milyar lira zararı biz ödedik. Bakınız şuraya özellikle dikkatlerinizi çekiyorum: Bizden önceki Hükümet sosyal yardımlar için kullanılması gereken paraları bütçeye transfer ediyordu. 1999 yılında 173 milyon lira, 2000 yılında 220 milyon lira, 2001 yılında 340 milyon lira bu şekilde bütçe için kullanıldı. Kamu bankalarının içi boşaltılıyor, faizle birileri zengin ediliyor, enflasyonla vatandaşa fatura yükleniyor, ayrıca millete harcanması gereken sosyal fonlar bütçe açıklarının kapatılmasında kullanılıyordu.
Ziraat Bankası, biz göreve geldiğimizde Ziraat Bankası tarafından uygulanan faiz oranı yüzde 59. Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından uygulanan kredi faiz oranı ise yüzde 69 seviyesindeydi. Şimdi ise tarımsal kredi faiz oranları yüzde 0 ile 8,5 arasında değişiyor. 2002 yılında çiftçimize sadece 190 milyon lira kredi verilmişti, şu anda ne biliyor musunuz? 7 milyar lira kredi verdik biz çiftçimize; farkımız bu.
Halk Bankası yüzde 47 faiz oranıyla kredi veriyordu, şu anda faiz oranı yüzde 4’e geriledi. 2002’de esnafa verilen toplam kredi 154 milyon lira, şu anda ise ödediğimiz kredi 9 milyar lira. Kredi kullanan esnaf sayısı 63 bindi, şu anda kredi kullanan esnaf sayısı 283 bin. KOSGEB de girişimciyi daha güçlü şekilde destekledi ve destekliyor. Bizden önceki 12 yılda KOSGEB KOBİ’lere 14,5 milyon lira destek vermişti, son 11 yılda biz 2,13 milyar lira KOSGEB vasıtasıyla destek verdik. 212 bin işletmeye 12 milyar liralık kredi kullandırttık. Bu kredilerin 1 milyar lira tutarındaki faizlerinde, evet Hükümet olarak, devlet olarak biz ödedik. Kredilerin takip oranlarıyla ilgili sürekli istismar yapılıyor, sürekli yanlış rakamlar verilerek kamuoyu yanıltılmak isteniyor. Çünkü, akşam farklı, sabah farklı konuşan bir muhalefet var karşımızda, özellikle Ana Muhalefet.
Değerli kardeşlerim; zorunlu tasarruf ve KEY, vatandaşın kaynağında işçi-memur zorunlu tasarruf vardı. Neydi bu? 13,5 katrilyon işçi ve memur kardeşimden para kesti bizden önceki yönetimler. Bu zorunlu tasarrufu biz ödedik, biz. Konut Edindirme Yardımı adı altında 3,5 katrilyon yine para kesildi, bu 3,5 katrilyonu da biz ödedik; bunlardan haberiniz var mı? Başka yerlerde dolaşıyorsunuz, başka yerde, önce halkın arasına girin. Ben rakamları yaşayarak konuşuyorum, sen havadan konuşuyorsun.
Hükümetlerimiz dönemlerinde toplam 205 bin 36 dersliğin yapımını tamamlayarak eğitim-öğretimin hizmetine sunduk. Osmanlı Devleti’nden kalan, ardından 79 yılda yapılan derslik sayısı biz görevi devraldığımızda 347 bin adetti. 11 yılda toplam derslik sayısının yarısından fazlasını biz yaptık. 956 adet ilköğretim ve ortaöğretim pansiyon binası açtık. Kütüphane sayısını 12 binden aldık 21 bine ulaştırdık. 8 derslik ve üzeri tüm okullarımıza 30 bin adet bilişim teknolojisi sınıfı kurduk. 11 yılda okullarımıza 1 milyon adet bilgisayar gönderdik. Bugüne kadar dağıtımını yaptığımız tablet bilgisayar adedi 62 bin 800’ü buldu. FATİH Projesi kapsamında bugüne kadar 84 bin 921 adet akıllı tahta, 3657 adet doküman kamera, 3657 adet çok fonksiyonlu yazıcı kurumları yaptık. Yıl içinde 10 milyon 600 bin adet tablet bilgisayar için alt yapı çalışmalarını başlattık. Şartlı nakit transferi uygulaması başarıyla yürüyor. İlköğretimdeki kız öğrenciler için aylık 35 lira, erkek öğrenciler için 30 lira, ortaöğretimdeki kız çocukları için aylık…
11 yılda 2 milyon çocuğumuzun annesine yaklaşık 2,8 milyar lira ödeme gerçekleştirdik. Zorunlu ilköğretimin 12 yıla çıkmasından sonra yatılı bölge okullarının sayısını 3 kattan fazla artırdık, okullardaki kız öğrenci kontenjanını da yükselttik. Okullarımıza taşınan ilköğretim öğrenci sayısı 812 bine ulaştı. Bu öğrencilerimizin öğle yemeği giderlerini de karşılıyoruz.
2002 yılında 53 devlet, 23 vakıf olmak üzere toplam 76 üniversitemiz varken, 2003-2013 yılları arasında 51’i devlet, 48’i vakıf olmak üzere 99 yeni üniversite kurarak bu sayıyı 175’e ulaştırdık. Yeni kurulan 51 üniversiteye 105 bin 933 kadro ihdas ettik. Göreve geldiğimizde üniversite öğrencisi 45 liracık burs alırken, şimdi beslenme yardımıyla beraber 480 lira burs veya kredi alıyor. Ve bütün bunların yanında master öğrencilerine 560 lira, bunun yanında doktora öğrencilerine 780 lira ayrıca destek veriyoruz.
Bütün bunlarla birlikte 2014 yılı Ocak ayı itibariyle inşallah attığımız bu adımlarda özellikle mesleğe yeni girmiş olan bir öğretmenimiz biz iktidara geldiğimizde 470 lira alıyordu, bu rakam Temmuz ayı itibariyle yine mesleğe yeni başlamış bekar ve hiç ek ders almayan bir öğretmenimiz için 1894 liraya yükseldi; farkımız bu. 2014 yılı Ocak ayı itibariyle de inşallah 2081 lira olacak.
İktidara geldiğimizde Türkiye’de 552 bin öğretmenimiz vardı, 11 yılda toplam 407 bin 537 öğretmen ataması yaptık. Bakın Cumhuriyet tarihinde 552 bin, 11 yılda 407 bin 537; fark bu. Şimdi Şubat ayında 10 bin öğretmen alımı daha yapacağız. İnşallah Temmuz 40 bin öğretmen daha alacağız, bu süreç devam edecek ve böylece şu anda Milli Eğitim bünyesinde çalışan yaklaşık 810 bin öğretmenin yarısından fazlası bizim dönemimizde atanmıştır. Yani biz geçmiş dönemlerin açıklarını kapıyoruz şu anda. Unutmayın, hakkaniyet sahibi olun; 50 kişilik, 60 kişilik, 70 kişilik sınıfların olduğu bir Türkiye’den şu anda 30 kişilik, ortalama 35 kişilik sınıfların olduğu bir Türkiye’ye geldik; farkımız bu.
Sağlıkta, 2003-2013 yılları arasında 650 adet hastane ve yeni bina yaptık. 11 yılda toplam 2.243 adet sağlık tesisini ülkemize kazandırdık. Fazla detayına girmeyeceğim, bazı örnekler vermem lazım. Ülkemizde sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranı yüzde 39,5 iken 2012 yılında bu oran yüzde 74,8’e ulaştı.
2002 yılında 18 olan MR sayısı bugün 310’a, 121 olan bilgisayarlı tomografi sayısı bugün 448’e yükseldi. Diyaliz cihazını da 1510’devraldık, bugün 4644’e çıkardık. Acil sağlık istasyonu sayısı 2002 yılında 481 iken, 2013 yılında 2039’a ulaştı. 2002 yılında 617 olan ambulans sayısı bugün 3362’ye yükseldi.
Karların egemen olduğu dağlara tırmanmak mümkün değildi, 299 kar paletli ambulansla acil sağlık hizmeti veriyoruz. Öbür tarafta 17 ambulans helikopterlerle Türkiye’nin dört bir yanında bu hizmeti veriyoruz. Öbür tarafta 4 jet ambulansla Türkiye’den yurt dışına, yurt dışından Türkiye’ye vatandaşımızı taşıma noktasında bu hizmetleri veriyoruz. Ve Avrupa’nın en büyük medikal kurtarma ekibini kurduk. Şimdi de 17 şehir hastanesinin temellerini atmaya başladık. Aile hekimi sayımız 21 bini aştı. Başta diyaliz hastaları olmak üzere ihtiyaç duyan hastalarımızı hastanelere ücretsiz taşıyoruz.
Savunma sanayinde 5 milyar dolara yakın üretim gücüne, 1,5 milyar dolara yakın ihracat kapasitesine ulaştık. Dünyanın en büyük ilk 100 savunma sanayi şirketi arasına iki şirketimiz girdi. Böylece bugün Altay tankımız, Altay Atak helikopterimizi, insansız hava aracı ANKA projemiz, MİLGEM savaş gemilerimiz ortaya çıktı. Milli savaş uçağımızın ilk kavramsal tasarımlarını tamamladık. Awacs uçaklarımız önümüzdeki birkaç ay içinde hizmete alınacak. Kara Kuvvetlerimizin bütün zırhlı araçları, bunların arasında Kirpi gibi askerimizi mayından koruyan yeni bir araç dahil olmak üzere Türkiye’de üretildi ve üretilmeye devam edecek. Yeni nesil roket ve füze teknolojilerine büyük bir yatırım yapıyoruz. Seyir füzeleri, tanksavar füzeleri, güdümlü roket atar kendi teknolojimizle üretilir hale geldi. Uydu fırlatma merkezimizin kurulması için etütlere başladık. Askeri gözlem ve haberleşme uydu sistemlerimiz bundan böyle…
Ulaştırmaya gelince, 2003’te toplam 6100 kilometre yolumuz varken bölünmüş yol, şu anda bizim ortalama olarak söylüyorum 17 bin kilometre biz bunun üzerine bölünmüş yol ilave ettik. Yüksek hızlı tren Ankara-Eskişehir, aynı şekilde Konya-Eskişehir, bunun yanında şimdi de süratle Eskişehir-İstanbul etabını tamamlamak üzereyiz. Bütün bunların bittiği ve Türkiye’de yüksek hızlı treni, yani demir ağlarla ördük, bunu biz yapıyoruz biz, bu iş laflarla olmuyor.
İstanbul, Yalova, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir illerini birbirine bağlayan yaklaşık…
Siz ne yaptınız ona bakın. Gazi Mustafa Kemal yaptı, ondan sonra her şey zaten stop. Biz, ondan sonra yapılanı biz yapıyoruz; aradaki fark bu.
Ve bir başka prestijimiz olan Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün temelini 29 Mayıs’ta attık, şu anda bütün kolonlar 125 metreye yükseldi, inşallah süratle o da bitiyor.
Bütün bunların yanında Marmaray’ın altındaki güneyindeki bir çift katlı tüneli de yapıyoruz, oradan otomobiller geçecek. Üçüncü köprü ve bu denizin altından geçecek otomobiller için tüp geçit 2015’te de bunlar bitecek. Ve şu anda özellikle bir şeyi söylemem lazım; o da Marmaray. Marmaray’ı da, evet ecdadımız hayalini kurdu, biz de gerçekleştirdik. 5 milyar 450 milyon liralık bir yatırım tutarıyla tamamlandı. Şu ana kadar Marmaray’dan geçen vatandaşımızın sayısı 7 milyon 200 bine ulaştı. Biz bu heyecanı yaşıyoruz, halkımıza da yaşatıyoruz.
Ve ilave konular, onları da inşallah bakanlarımız şu ara süreç içerisinde zaten kendi bakanlıklarıyla ilgili bütün müzakerelerde anlatacaklardır diye düşünüyorum.
Ancak bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim, o da şu: Milletvekilimiz Oya Eronat kardeşime hiç tahmin etmezdim, evlat acısı yaşamış olan bir milletvekili arkadaşımın burada terör örgütü tarafından şehit edilmiş yavrusuna acının keyfini sürüyorsunuz gibi bir yaklaşımla ifade etmiş olması bana göre hiç yakıştıramadığım ne edebe sığar, ne adaba sığar, hiçbir şeye sığmaz. Ve hüngür hüngür ağlatmaya onun hakkı yoktu, gelip onun da Oya Hanım’dan özür dilemesi gerekir. Milletin oyuyla buraya gelmiş olan bir insana kalkıp da böyle bir yakıştırmayı yapmaya hakkı yoktur.
Çok teşekkür ediyorum ve Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu, 2014 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısının hayırlara vesile olmasını Allah’tan diliyorum.